'Prefabrike' inşaat nedir?
Cumhuriyet, 14.10.1999
Fransızca kökenli olan ''prefabrikasyon'' sözcüğü, ''önceden üretilen'' anlamına geliyor. Başka bir yerde önceden hazırlanan yapı elemanlarının, belli bir standarda bağlı olarak üretilip yerinde monte edilmesiyle de ''prefabrike binalar'' inşa edilmiş oluyor...
Hem hazırlanışındaki fabrikasyon üretim türü nedeniyle, hem de montajla sağlanan süre avantajları yüzünden özellikle ''hızlı'' gerçekleştirilmesi gereken yapılarda tercih edilen prefabrike sistem, aslında ''kalıcı binalar'' için de kullanılabilir bir yöntem. Örneğin, Türkiye' deki ilk gelişkin uygulaması olarak, 1966'da Ereğli Demir-Çelik Fabrikası'na ait lojman binaları prefabrike inşaatla yapılmıştı. Avrupa 'da ise İkinci Dünya Savaşı ardından ve yine kalıcı konutlar olarak üretilen binalarda bu sistem geliştirildi, Fransa, Hollanda, Danimarka ve eski Sovyetler Birliği' nde konut sorununu giderme yönünde yaygın bir endüstri haline geldi...
Şimdi, Körfez depremiyle birlikte Bayındırlık Bakanı Koray Aydın 'ın geçici iskâna yönelik dayattığı ''prefabrike konut'' denilen tasarımların ise prefabrikasyonun yukardaki yapısal özellikleri ve tarihiyle bir ilişkisi bulunmuyor. Çünkü depremzedelere verilecek konutlar, kalıcı ve prefabrike olmayan inşaatlara yakın maliyetler taşıdığı gibi, mimari tasarım ve yaşama koşulları bakımından da konut yerine ancak ''barınak'' denilebilecek bir nitelik taşıyorlar.
Bu konutların imalatlarında öngörülen kimi malzemelerin ''zamana ve dış koşullara dayanıksız'' olmaları da kullanımları sona erdikten sonra bir daha işe yaramayacak elemanlar şeklinde ''hurdaya'' dönüţebileceklerini gösteriyor...
Maliyetleri yüksek; mimari tasarımları özensiz; kısa sürede hurdaya' çıkacaklar...
Cumhuriyet, 14.10.1999
Prefabrikede 'insanı' unuttular...
**Bayındırlık Bakanlığı'nca hazırlanan ihale sözleşmesinde, yeni konut gruplarının ''ihale yapılmadan'' belli firmalara sipariş edilmesi olanağı
sağlanıyor. Aynı sözleşmeye esas tutulan prefabrike konut projelerinde ise mimarlığın insanı kucaklayan temel ilkeleri yerine, prefabrike yapı
malzemeleri sektörünün tüketime dönük beklentileri gözetiliyor...
OKTAY EKİNCİ
Depremzedelerin geçici iskânları için tercih edilen ''prefabrike konut'' çözümünde tartışmalar daha çok ''maliyet'' konusunda yoğunlaştı. Kullanıldıktan sonra ''hurdaya'' çıkacak olan 30 m2'lik barınaklara harcanacak parayla ''kalıcı konutların'' da yapılabileceğini hesaplayan uzmanlar, hükümetin bu tercihiyle ''ciddi bir kaynak israfına'' yol açtığını söylüyorlar...
Prefabrike konutlarda diğer bir tartışma konusu da yine bu yöntemle Türkiye'deki dar bir grubu oluşturan ''prefabrike yapı malzemeleri sektörüne'' rüyalarında bile göremeyecekleri büyük bir pazar olanağının sağlanmış olması.
Bayındırlık Bakanı Koray Aydın , bu eleştirileri geçersiz kılmak için konutları olabildiğince çok sayıda yüklenici firmaya ''üleştirerek'' ihale etmeye özen gösterse bile, örneğin ''alçıpan'' adlı malzemenin ''tekel'' konumundaki üretici firması Tepe grubuna yönelik spekülasyonlar önlenemiyor.
İhaleleri kazanan hemen tüm firmaların, ''örnek projede'' de gösterilen ve üstelik depremin hemen ardından ''zamlı fiyatlarla'' satışına başlanan alçıpanı temin edebilmek için ''tek bir firmaya muhtaç bırakılmaları'' spekülasyonlara haklılık kazandırıyor.
Aynı süreçte yine Tepe grubuyla ''Treysan Prefabrik'' gibi firmaların Bayındırlık Bakanlığı'na ''iş ihaleye çıkarılmadan önce'' teklif verdikleri şeklindeki haberlerin basında çıkmış olması da hükümetin bu tercihinde geçici iskân sorununu çözme kaygısının değil, prefabrike yapı malzemeleri sektörünün daha ''ağır bastığı'' yönündeki izlenimleri güçlendiriyor...
'İhale'siz ihaleye hazırlık
İşte böylesine bir tartışmalı ilişkiler zinciri içinde ihale edilen prefabrike konut yapımıyla ilgili ''tip sözleşmeye'' eklenen son bir madde ise inşaatları yüklenen firmalar arasında da ''kayırma yapılabilecek'' bir ortamı şimdiden yaratmış durumda...
Konutların en az 500 adetlik (250 ikiz konut birimi) gruplar halinde taahhüt edildiği 29 maddelik ihale sözleşmesinin ''28. maddesi'' aynen şöyle: ''İdare, bu sözleşmede belirlenen konut adedini arttırmaya veya eksiltmeye yetkilidir.''
İdareye (yani Bayındırlık Bakanlığı'na), ''dilediği firmaya'' , sözleşmedeki fiyatlarda değişiklik bile yapmadan ''dilediği kadar'' fazla sayıda konut yapımını ''ihalesiz olarak'' verme hakkını tanıyan bu madde, acaba neden ''son anda'' sözleţmelere ekleniyor?..
Bu sorunun yanıtı, daha önce ''75 bin'' olarak duyurulan prefabrike konut sayısının, ihale aşamasında ''25 bine'' indirilmiş olmasıyla da birlikte sanki kendiliğinden açığa çıkmış oluyor.
Bakanlık, ''çok sayıdaki'' yüklenici firmaya ''az sayıda'' konutu üleştirerek, aralarında tercih ettiği firmalara kalan konutları yaptırmak için önceden ''hazırlığını'' yapmış gibi görünüyor. Bu ''talihli'' firmaların ise ihaleden önce 75 bin konut için bakanlığa tekliflerini veren, ancak konu basına yansıyınca bunu geri çekip, 25 bin konutu üleşmek üzere ihaleye giren çok sayıdaki firma arasında ''eşit koşullarda'' yer alan ünlü şirketler olup olmayacağı, 28. maddenin uygulanmasıyla birlikte anlaşılabilecek...
Konut mu, 'barınak' mı?..
Peki... Bütün bu ''şaibeler'' içinde devreye sokulan prefabrike konutlar, acaba ''konut'' kavramı açısından ne durumdalar?.. Kalıcı konutlara yakın olduğu hesaplanan yüksek maliyetlerine ve onca teknik şartnamelerine rağmen, geçici de olsa depremzedelere hiç değilse ''asgari konut hizmetini'' verebilecekler mi?
Bu soruların da yanıtları ne yazık ki hiç de iç açıcı değil.
30 m2' lik iki konut biriminin ''ikiz üniteler'' şeklinde tasarlanarak ihaleye çıkarıldığı prefabrike yapılara ait ''mimari projeler'' , eğer üniversitelerde öğrenciler tarafından tasarlansaydı, en hoşgörülü hocadan bile geçer not alamazlardı.
Dahası böylesine ''insan haklarına ve yaşama kültürüne saygısız'' bir mekân düzenlemesi tasarladıkları için de aynı öğrenciler arkadaşları tarafından bile eleştirilir, her şeyden önce ''dünya görüşleri'' tartışma konusu yapılırdı...
İhale şartnamesiyle birlikte firmalara dağıtılan ''örnek projede'' , örneğin ''ebeveyn yatak odası'' (daha doğrusu iki kişilik yatak mekânı) evin yaşama bölümünden sadece bir ''perdeyle'' ayrılıyor. Maliyeti azaltmak ve en küçük m2'yi yakalamak adına, mağazaların giyim reyonlarındaki ''soyunma kabinlerinden'' esinlenildiği anlaşılan bu yatak odası çözümünün ''milliyetçi-muhafazakâr'' bir siyasi otoritenin onayıyla bakanlık mührünü taşımış olması da işin kara mizah yanını oluşturuyor.
Benzer şekilde aynı ''konuta'' (!) dışarıdan girilirken, insanlar kendilerini yağmur, çamur, toz ve toprakla birlikte evin içinde bulacaklar. Kışın her kapı açılışta içerideki ısıtılmış hava dışarı kaçacak. Ayakkabılar dışarıda çıkartılırsa ıslanacak, içeri alınırsa ortalık pislenecek... Bütün bunların nedeni ise giriş bölümünde bir rüzgârlığın bile projede ihmal edilmesi. Yine şu sözde milliyetçi düşüncenin, ''Anadolu sivil mimarlığından'' bile hemen hiç esinlenmemiş olması...
Projede ayrıca, WC'ye girebilmek için ''mutfak tezgâhı önünden'' geçilirken, yaşama bölümünde oturanların da yemek kokularıyla banyo kokusunu ''karışık'' bir şekilde duymaları için sanki özel bir çaba gösterilmiş. Hele evin giriş kapısı yönünde hiç pencere açılmaması ise olsa olsa tanımlanması olanaksız bir düşüncenin ürünü olabilir. Bu projeyi tasarlayanlar, Türkiye'nin tarihsel mimarlık zenginliğinden biraz haberdar olsalardı, yine Anadolu'daki ''kim geldi'' pencerelerinden yurdun dört bir yanındaki ''cumba'' kültürüne dek eve giriş cephesinden mutlaka dışarının görünmesi gerektiğini de fark eder, ''hapishane'' türü bir tasarım yapmazlardı...